.jpg)
Fakir mi fakir oduncunun birisi dağa (orman) oduna gider,
bir yük odun eder, akşama köyüne gelir, ertesi günü de kasabaya satmaya
gidermiş. Sattığı odundan elde ettiği parayla, zorunlu ihtiyaçlarını zar-zor
alır, ertesi günü yine dağa oduna gidermiş. Durumundan hiç şikâyet etmezmiş.
Bir gün dağda, çalılıklar arasında kendisinden kaçmayan,
zararı da dokunmayacağı her halinden belli olan bir yılan görmüş. Öldürmek
geçmiş içinden. Caymış, yardım etmeğe karar vermiş. Oduncu hal hatır soramadan,
yılan başlamış söze: “Ey insanoğlu! Ben hastayım. Yuvama kadar gidecek halim
yok”. Demiş. Oduncu kucağına alıp yılanı yuvasına bırakmış.
Odununu toplayıp eşeğine yüklemiş, köyüne gelmiş. Hasta
yılan aklından hiç çıkmamış.
Ertesi günü yine oduna gidişinde, yılana bir tas süt
götürmüş. Yılan sütü iştahla dilliyle içmiş. Oduncunun hoşuna gitmiş. Oduncu,
yılan iyileşinceye kadar sütünü taşımış.Dost olmuşlar.Yılan; oduncunun yüreğine
hayran kalmış. Yırtık-dökük giysilerine, bir deri bir kemik bedenine bakıp;
“ben sana yardım edeceğim ama kimseye söyleme” demiş. Oduncu da:
“Söylemem söz” deyince, yılan ağzından bir altın çıkartıp,
“al bunu, bozdur harca, her geldiğinde sana bir altın vereceğim” demiş. Meğer
yılan, “yılanlar Padişahıymış”.
Oduncu eşeğine odunu yükleyip, yılanın ağzından çıkartıp
verdiği altını da cebine koymuş, ertesi günü kasabaya gittiğinde, hem odunu
satmış, hem yılanın verdiği altını bozdurmuş. Ev halkına, bol bolamat yiyecek,
sonraki günlerde de giyecek almış. Yıllarca, rahatlık içinde geçinip
gitmişler.Oduncu, her dağa gittiğinde yılana bir tas süt götürürmüş. Yılanda
sütü diliyle içer, sevinir, oduncuya daha çok minnet duyar, bağlanırmış.
Oduncu, Hicaz’a gitmeğe (aylarca süren çok uzun yolculuk
anlamına da gelir) karar vermiş. Yılanla son görüştüğü gün: “Ben Hicaz’a
gidiyorum. Hakkını helal et” deyince yılan duygulanmış.
“ Benim sende ne hakkım olur? Asıl sen bana hakkını helal
et. ’Oğlum var’ diyordun, her gün gelsin, bir altını ona vereyim” demiş. Oduncu
da duygulanmış, sevinmiş.
Köye geldiğinde oğlunu yanına çağırıp: “Bak oğlum sana bir
sır vereceğim. Dağda bir yılanla dost olduk. Bana her gün bir altın verdi. Kaç
yıldır varlık içinde yaşıyoruz. Ben Hicaz’a gidince her gün dağa gidecek, soğuk
suyun duldasındaki kayalıklara oturacaksın. Yanına bir yılan gelecek. Sakın ha,
hiç dokunma, korkma. ‘Ey insanoğlu sen kimsin?’ dediğinde; ‘Ben oduncunun
oğluyum’ de. Sana her gün bir altın verecek. Altını al, bozdur, evin
gereksinimlerine harca.” Demiş.
Oğlunun aklına yatmasa da, dağa gittiğinde babasının
söyledikleri bir-bir gerçekleşince anlatılanlara inanmış.
Yılandan bir altını alıp köye, ertesi gün de kasabaya
gitmiş. Altını bozdurup alacaklarını almış.
Birkaç kez altın alışverişinden sonra, “nedir bu, her gün
her gün? Bu yılanın karnı altın dolu, öldürüp, karnını yarıp hepsini birden
alayım, tek-tek uğraşmayayım” demiş.
Aklından geçeni uygulamaya sıra geldiğinde yılan; başına
gelecekleri sezmiş, önce davranmak geçmiş içinden. Bir yandan da babasıyla olan
dostluğu gözünün önüne gelmiş, oduncu oğluna kıyamamış…
Oduncunun oğlu elindeki baltayı kaldırır kaldırmaz hızla
yuvasına kaçmış. Yarı beline kadar yuvaya girmiş, kuyruğunu da çekmek üzereyken
oduncunun oğlunun kaldırdığı balta yere inmiş, yılanın kuyruğuna denk gelip
kopartmış. Yılanı öldüremediğine üzülen oduncunun oğlu, yuvadan geri dönüp
kös-kös giderken, canı yanan yılan, yuvanın içinde ters dönüp, delikten çıkmış,
arkasından yetişip sokmuş. (ısırıp zehirini akıtmış)
Oduncunun oğlu oracıkta ölmüş. Köylüleri bulmuş, mezarını
kazıp gömmüşler.
Gel zaman git zaman babası Hicazdan gelmiş. Oğlunun
öldüğünü, “kayalıklarda yılan soktuğunu” söylemişler. Oduncu yılana çok kızmış.
Hemen, oğlundan başka kimseye söylemediği sır gelmiş aklına. Ve kabahatin
oğlunda olabileceği kanısına varmış. Yılların dostluğu gözünün önünden geçmiş.
Gidip yılanla konuşmaya, gerçeği anlamaya, dostluğu yeniden kurmaya karar
vermiş.
Ormandaki kayalıklara gidip yılanı bulmuş. Oduncu bakmış,
yılanın kuyruğu yok. Yılan “temkinli”. “Ne oldu, anlat bakalım” demiş oduncu.
Yılan da olup bitenleri ekleyip ulamadan anlatmış.
“Biliyordum sende kabahat olmadığını” demiş oduncu. Ve
eklemiş. “Olanları unutalım. Yeniden dost olalım.”
Yılan ne gülebilmiş, ne de gözlerinden yaş akmış.
Üzgün-üzgün başını iki yana sallamış…
“Geçti” demiş, “Bizim dostluğumuz geçti. Sende o evlat
acısı, bende bu kuyruk acısı oldukça bizden dost olmaz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder